Bir Sabah Başarıya Uyanmak ve Helsinki
Hayat bazen seni bir otogara bırakır. Elinde bir bilet, kafanda bir hedef, kalbinde koca bir heves ile...
Sonra ne mi olur?
Hiçbir şey olmaz.
Çünkü bir sabah başarıya uyanmak ancak filmlerde olur.
Hollywood sıkıcı hazırlık sürecini hızlıca geçiverir. Kahramanımız birkaç mekik, 2 şınav, 3-4 mekik, birazcık da ter sonrası hoop hazırdır.
Hayatının da böyle bir anda değişeceğini bekliyorsan, üzgünüm haberim kötü: "Çok beklersin!.."
Hiç Helsinki'ye gittin mi?
Ben gitmedim ama hakkında bir teoriyi defalarca okudum.
Helsinki Otogarı Teorisi.
Kemerleri bağlayalım, harekete geçiyoruz.
Buyrun misss gibi limon kolonyamızdan...
Başlangıç Hep Sıkıcıdır, Hep Aynıdır
Başlangıçlar hep heyecan doludur, ona şüphe yok.
Ama peki ilerleme, işte önceleri o hep sıkıcıdır.
Fotoğrafçı Arno Rafael Minkkinen'in ortaya attığı teori der ki:
Otogardan çıkan her otobüs başlangıçta aynı hat üzerinde ilerler.
Tabelasında bambaşka yerlerin ismi yazsa da otobüsler yanyana gider.
İlk duraklar aynıdır.
Manzara aynıdır.
His aynıdır.
Yani otobüs hareket eder, ama sen değişimi hissetmezsin.
Hayatta da böyle değil mi?
Bir işe başlarsın. Haftalar geçer. Aylar geçer.
Ve sen hala aynı duraktaymışsın gibi hissedersin.
Sanki hiç ilerlemiyorsun.
Sanki çaban görünmez.
Sanki yaptığın şey bir yere varmıyor gibidir.
Ama gerçek çok farklıdır:
Otobüs ilerler. Henüz o asıl yol ayrımına gelmemiştir.
Gelişimin En Sessiz Anı
Büyüme çoğu zaman gürültü çıkarmaz.
Tohumun çimene dönüşmesi de sessizdir.
Kasların güçlenmesi de.
Becerilerin keskinleşmesi de...
Müziğe, resme, yazmaya, yazılıma merak sararız.
Bazen de girişimcilik ve kendi işine sahip olma fikri cazip gelir.
Başlarız...
Sonra yaptıklarımıza bakarız.
Amatörce, yanlışlarla dolu, o hayranlıkla baktığımız örnek aldığımız kimselerin yaptıklarından çooooook uzak. Daha çok "Ohooo, ben bunu gözüm kapalı yaparım" diye üstten baktıklarımıza benziyor.
Bu hiç şaşmaz. Hep böyledir.
O golü ben de atarım.
İlk duraklar hep birbirine benzer.
İşte bu yüzden ilerleme, ilerleme gibi hissettirmez.
Ama o küçük farklılıklar, o minik değişiklikler, o görünmez gelişmeler...
Bir noktadan sonra patlama etkisi yaratır.
Bu patlamayı ancak sabredenler görür.
Vazgeçenler ise otobüsten iner ve "hiç ilerlemiyordu zaten" deyip başka bir otobüse biner.
Vazgeçenler için sahne başa sarar.

Yol Ayrımına Gelince
Helsinki Otogarı’nın büyülü tarafı şudur:
Otobüsler bir noktadan sonra farklı yönlere ayrılır.
İşte özgünlük, derinlik, uzmanlık o kavşakta başlar.
Ama o kavşağa gelene kadar manzara hep aynıdır.
Yani ilerlemiyorum hissi, aslında yolun doğal yapısıdır.
Sorun sende değil, rahat ol.
Yol öyle.
İşin ironisi de burada:
İlerlemiyormuş gibi görünen dönemler, çoğunlukla en hızlı geliştiğin zamanlardır.
Sadece daha sen göremiyorsundur.
O attığın tohumlar, hâlâ toprağın altında diye gelişmiyorlar demek değil.
Sulamaktan vazgeçme.
Hep mi Böyle Olur?
Tabii ki hayır.
Sadece otobüste kaldığın için başarının garantisi yoktur.
Doğru otobüste olduğundan, otobüsün istediğin yere gittiğinden emin ol.
Belki de varış noktası sana göre değildir.
O kadar yol geldin diye devam etmek zorunda da değilsin.
2 sene önce yazdığım ve şimdi hafif utanarak okuduğum Batık Maliyet Yanılgısı yazısındaki gibi vazgeçmek en mantıklısı olabilir senin durumunda.
Bazen de bırakıp yeni otobüse binmek gerekir.
Çoğu zaman işte o noktada sıfırdan başlamak korkutucu gelir.
Senin için en doğrusu ne bilemem ama bu satırları okuyorsan ve durumunu sorguluyorsan doğru yolda olduğunu söyleyebilirim.
Kapatırken
Kısaca Helsinki Otogarı Teorisi’nin verdiği en güçlü mesaj şu:
İlerlemiyormuş gibi hissetmek, çok normaldir ve genelde tam tersinin işaretidir.
O duygu, derinleştiğinin göstergesidir.
Derinleşme ise zaman ister.
Zaten bir anda olsaydı, ulaşmanın keyfi de olmazdı.
O yüzden bir dahaki sefere "Yerimde sayıyorum" dediğinde arkana yaslan ve otobüste olduğunu düşün:
Otobüs daha ilk duraklarda mı?
Yoksa asıl yolculuk daha başlamadı mı?
Hangisi?